Aleksios Komnenos (I. Aleksios)
VII. Mikhail devri bütün bu sebeplerle askeri isyanlardan masun kalamazdı. Zamanın koşullarını karakterize eden bir husus, bu askeri isyanlardan birisinin kahramanının, ücretli Norman savaşçılarının kumandanı Roussel de Bailleul olmasıdır. Urselius'un tahta gösterdiği aday mukabil imparator ilan ettiği "caesar" Ioannes Dukas idi. Bizans hükümetinin ona karşı Türklerden yardım istemesi de daha az karakteristik değildir. Türkler maceraperest Norman sergerdesini esir alarak para mukabilinde imparatorluk kumandanı Aleksios Komnenos'a teslim ettiler. Ancak Bizans hükümeti bu becerikli savaşçının hizmetinden uzun süre vareste kalamadı. Urselios pek az sonra, Aleksios Komnenos ile birlikte VII. Mikhail namına, yeni tahtı ele geçirme teşebbüslerine karşı, mücadele etmek üzere hapisten çıkarıldı.
İhtiyarlamakta olan Botaneiates'in gücü devleti karışıklıklardan kurtarmaya yetemezdi. Onun kısa saltanat devresi sadece bu çözülme ve intihat devrinin son sahnesini teşkil etmiş ve isyanlar, iç savaşlarla geçmiştir. Çünkü senato hakimiyetinin çökmesinden sonra generallerin en yüksek iktidara ulaşmak için birbirleriyle amansız mücadelesi başlamıştı. İmparatorluk sonunda bunların en kabiliyetlisine, genç Aleksios Komnenos'a düştü. Aleksios önce yeni hükümdarın hizmetinde mukabil imparator Nikephoros Bryennios'u bertaraf etti ve bundan sonra da Bryennios'a taht müddeisi rolünde halef olmuş bulunan Nikephoros Basiliakos'u yere serdi. Ancak 1080 yılı sonunda Nikephoros Melissenos İznik'te kendisini imparator ilan edip Botaniates'i örnek alarak Süleyman'ı yardıma çağırınca Aleksios bitaraf kaldı. Çünkü şimdi o, kendisini imparatorluğa yükseltme hazırlıklarına başlamış bulunuyordu.
Botaniates ve daha sonra da Melissenos'un Süleyman ile işbirliği yapmaları Türklere Anadolu'nun fethini oldukça kolaylaştırmıştı. Daha 1080 yıllarında Süleyman Kilikya'dan Marmara'ya kadar bütün Anadolu'ya hakim olmuş bulunuyordu; burada, en eski Bizans toprakları üzerinde Rum sultanlığını, yani Roma saltanatını kurdu. Bir zamanlar Anadolu topraklarında vücut bulmuş kuvveti askeri ve idari nizamın inhitatından, Bizans "stratiotes" tabakasının büyük ölçüde mahvolmasından sonra Anadolu'nun kendisi de en kısa bir zaman içinde devletin elinden çıktı.
Askeri aristokrasinin imparatorluk tacını kazanmaya çalışan bütün temsilcileri içinde Aleksios Komnenos sadece en büyük kumandan değil, aynı zamanda amcası Isaakios Komnenos ile bedbaht Romanos Diyojen'e de üstün vasıfta gerçek politikacıydı. Zemini gerek ordu içinde ve gerekse başşehirde uzak görüşlü bir akıllılık ve büyük bir diplomatik meharetle kendisi için hazırlamayı ve aynı zamanda mukabil partiyle de anlaşmayı başardı. Caesar Ioannes'in torunu Malazgirt haini Andronikos'un kızı Irene Dukas ile evliydi. İmparatoriçe Maria, imparatorluk tacını elde edeceğini hala ümit ettiği küçük oğlu Konstantinos Dukas'ın koruyucu meleği olarak onu görmekteydi. Kendisinden daha yaşlı olan kardeşi Isaakios Komnenos yanında Aleksios, caesar Ioannes Dukas'ın şahsında taraftarını bulmuştu. Onun imparatorluğa yükseltilmesini kararlaştıran Trakya'da Çorlu toplantısı Komnenos ile Dukas'ların bir aile toplantısı karakterini taşımıştı. Aleksios taht müddeisi olan eniştesi Nikephoros Melissenos ile de anlaştı. Melissenos ona devletin Avrupa kısmını teklif etmişti; Anadolu'yu kendisine ayırmıştı: Aleksios bu planını reddederek eniştesini "caesar" ünvanını vaat etmekle uyuttu. Garnizonu büyük kısmıyla yabancılardan, kısmen de Alman ücretli savaşçılardan terekküb eden İstanbul'a Aleksios bu Alman muhafızlarının reisleriyle anlaşmak suretiyle girdi. Ancak Aleksios'un ordusu da İstanbul'u koruyan ordu gibi yabancı asıllı unsurlardan müteşekkildi: bu sebeple başşehir 3 gün müddetle en vahşi bir yağmalama ve tecavüze sahne oldu. Ümitsiz mücadeleyi bırakan Botaniates, patriğin, tahtından feragat etmesi teklifini etti ve 4 Nisan 1081 Paskalya pazar gününde Aleksios Komnenos Bizans Devleti'nin İmparatoru oldu.
Aleksios Komnenos'un tahta çıkışı ile II. Basileios'un ölüm tarihi arasında kalan hazin devrenin dış siyaset bakımından bilançosu Anadolu'da Bizans'ın kudretli durumunun tamamıyla çökmesi, İtalya'da sahip bulunulan arazinin kesin olarak kaybı ve Balkan yarımadası üzerinde Bizans nüfuzunun büyük ölçüde gerilemesi olmuştu. Bu devrenin iç siyaset bilançosu ise merkezi iktidarın esaslı surette felce uğraması, baskılı bir iktisadi sıkıntı, para kıymetinin düşmesi ve orta Bizans devletinin iktisadi-sosyal sisteminin çözülmesi oldu. I. Aleksios, devleti ihya gayretlerini yeni temellere dayandırmak mecburiyetinde kaldı ve onun kurduğu yeni devlet binasının taşıyıcı sütunları yeni faktörler oldular.
Onun devleti yeniden yaşatma gayreti buna rağmen sadece zahiri ve geçici bir başarıya sahip olabildi. Ortaçağ başlangıçlarında Herakleios ve III. Leon devirlerinde de Bizans uçurum önündeymiş gibi görünmüştü. Ancak o zamanlar devlet henüz taze ve yeniden kuvvetlenmesini uzun bir süre için mümkün kılacak iç kudretlere malikti ve bütün fırtınalar boyunca çekirdek arazisi olan Anadolu elinde kalmıştı. Böylece devlet sadece yeniden kuvvetlenmekte kalmamış, zamanla bütün Doğu Akdeniz bölgesinde üstünlüğünü yeniden kurabilmişti. Şimdi ise devlet içinden tükenmişti; çünkü geçen yüzyıllar içinde kudretinin dayanmış olduğu sistem mahvolmuş ve iktidarının ana temeli Anadolu'yu, hem de bu nedenle, hemen hiç karşı koymadan elinden çıkarmıştı. Komnenos'ların devleti ihya teşebbüsleri her şeyden önce sahil bölgesine münhasır kaldı; buna mukabil devlet deniz üstünlüğünü kesin olarak yine bu Komnenos'lar devrinde kaybetti. Komnenos'lar devletinin büyük devlet olmak durumu iç sağlamlıktan yoksundu ve bunun içindir ki Komnenos hükümdarlarının mahirane siyasetinin o kadar muhteşem görünen başarıları devamlı bir etkiye sahip olamadılar.
Gerçekten de Aleksios Komnenos'un takip ettiği siyaset, daha ilk adımlarından itibaren alışılmamış bir meharet, beceriklilik manzarası gösterir. Vazifesi sonsuz derecede güç idi: İçinden gevşemiş, savunma gücü elinden alınmış bir devleti, her tarafta düşmanlar- Normanlar, Peçenekler ve Selçuklular- saldırırken, yeniden yüceltmek durumundaydı. Önce hemen hemen bütün Anadolu'nun Türk hakimiyeti altında bulunmasını olduğu gibi kabul etmek zorundaydı. Hiç olmazsa şekli bakımdan Bizans'ın yüksek hakimiyet haklarını korumak ve Anadolu'ya hakim olanların bağımsız iktidar sahipleri değil de, Balkanlardaki Peçenekler gibi, ülkeyi imparatorluğun rızasıyla ellerinde tutan, devletin müttefikleri olduğu intibahını uyandırmak gayesiyle Süleyman'a, zaten elden çıkmış olan araziyi, sonradan da olsa, iskan bölgesi olarak bağış ve tevcih etmekten başka bir şey yapamazdı. I. Aleksios bütün güçlerini Normanlarla mücadeleye sürmek zorundaydı. Çünkü, Bizans'ın güney İtalya'daki arazisini itaat altına aldıktan sonra Robert Guiskard Adriyatik denizinin doğu kıyısına da saldırmıştı. Norman sergerdesinin gayesi Bizans imparatorluk tacından başka bir şey değildi. I. Aleksios yeterli savaş kuvvetine ve paraya sahip bulunmadığı halde tahta çıkar çıkmaz, ucunda devletin varlığı bahis konusu olan bir mücadeleyi kabul etmek mevkinde kalmıştı. Kilise evanisinin rehine verilmesi icap etti. Bu tür çarelerle İmparator, tabii olarak çoğunluğu yabancı asıllı ücretlilerden, önemli bir kısmı da İngiltere Normanlarından müteşekkil bir ordu topladı. Kendi kuvvetleri ile bir mücadeleye girişmek akla bile gelemezdi. Aleksios kendisinden üstün olan düşmanına karşı müttefikler bulmak için elinden gelen her şeyi yaptı; gerek Papa VII. Gregorius ve gerekse İmparator IV. Heinrich ile müzakerelere girişti ve Venedik'in yardımını sağladı.
Gerçekten de Venedik, Norman donanmasını ağır bir bozguna uğrattı ve böylece Dirrahium'un denizden ablukası sona ermiş oldu. Kuşatma karadan devam etti ve Robert Guiscard'ın imparatorluk kuvvetleri üzerinde kazandığı bir zafer (ekim 1081) şehri onun eline geçirdi. Böylece Robert Guiscard İstanbul'a açılan kapıyı yine de kırmış bulunuyordu. Normanlar bundan sonra derinliğine imparatorluk arazisine girerek Epir, Makedonya ve Teselya'yı kat edip Larissa'yı kuşattılar. Bu arada Robert Guiscard, daha 1082 ilkbaharında, güney İtalya'da imparatorluk taraftarlarının ateşlediği bir isyan sebebiyle geriye dönmek ve kumandayı oğlu Bohemund'a bırakmak zorunda kaldı. Bizans mukavemeti gittikçe kuvvetlenmekteydi. İmparatorluk ordusunun baskısıyla Normanlar geri çekilmeye başladılar. Bu arada Venedikliler, imparatorun müttefiki sıfatıyla Dirrahium'u geri almışlardı. Robert Guiscard her ne kadar isyanı bastırmaya muvaffak olarak Bizans'la savaşı yeniden eline aldıysa da, 1085 yılı başlarında, bir salgın hastalık esnasında ölüp gitti. Onun ölümünden sonra güney İtalya'da çıkan karışıklıklar uzunca bir süre için Bizans'ı Norman tehlikesinden kurtarmış oldu.
Venedik yaptığı yardımı pahalı ödetti. Her şeyden önce deniz cumhuriyeti ticaret bakımından olağanüstü imtiyazlar elde ediyordu. Venedikliler bundan sonra Bizans devletine ait bütün yerlerde, hatta İstanbul'da da, herhangi bir vergi ödemek zorunda kalmadan her türlü emtia ile serbestçe ticaret yapabileceklerdi; yani yerli Bizans tacirlerine büyük bir üstünlük sağlamışlardı. Bundan ayrı olarak onlara İstanbul'da birkaç imalathane ve Galata'da 3 iskele tahsis olunmaktaydı. Bu suretle Venedik'in doğudaki müstemleke imparatorluğunun temel taşı vazolunuyor ve fakat Bizans devletinin ticaret sisteminde derin bir yara açılıyordu. Venedik'in imparatorun yüksek hakimiyet haklarını tanımaya devam etmesi bu hususta hiçbir şey değiştirmemekteydi. İtalyan deniz cumhuriyeti artık bundan sonra bir kudret faktörü olarak Bizans gelişmesinde hesap dışı tutulamayacaktır.
Bizans-Norman savaşında, bu büyük devletlerin Balkanlarda hegemonyalarını kurmak mücadelesine doğrudan doğruya konu teşkil eden komşu Slav ülkeleri özel bir rol oynadılar. Dubrovnik ve diğer Dalmaçya şehirleriyle, görünüşe göre Hırvatistan, Normanların tarafını tuttular. Zeta kralı Konstantin Bodin uzunca bir tereddütten sonra imparatora katıldı. Ancak Dirrahium etrafında yapılan kesin savaşta birlikleriyle tarafsız kaldı ve böylece Bizanslıların yenilgi uğramalarında hisse sahibi oldu. Konstantin Bodin Bizans İmparatorluğu'nun Norman ve Peçeneklerle giriştiği müteakip savaşlardan, egemenlik alanını Rascia ve Bosna'ya teşmil etmek hususunda faydalandı.
Bizans imparatoru, Norman tehdidi ortadan kaldırılır kaldırılmaz Peçeneklerle savaşmak zorunda kaldı. son on yıllar içinde imparatorluğun üzerinde Demokles'in kılıcı gibi sallanmakta olan Peçenek tehdidi, Balkan yarımadasının doğusunda oturan Bogomil'lerin akıncı Peçenek kitlelerine yaptıkları yardımla daha da büyümüştü. Peçenekler, uzun ve değişik talihli bir sürü mücadeleden sonra 1090 yılında Bizans payitahtının surlarının önüne kadar ilerlediklerinde buhran en yüksek noktasına ulaşmış oldu. Sanki bu yetmezmiş gibi İstanbul aynı zamanda deniz cihetinde de taarruza uğradı. İzmir emiri olup Süleyman'ın mirasını paylaşanlardan birisi olan Çaka Bey, Peçeneklerle bir anlaşma yaparak donanması ile İstanbul üzerine ilerledi. Çaka Bey bir zamanlar esir sıfatıyla Nikephoros Botaneiates'in sarayında bulunmuş, Bizans savaş metotlarını öğrenmiş ve imparatorluk şehrine karşı yapılacak kesin saldırının deniz cihetinden gelmesi gerektiğini isabetle idrak etmişti.
1090-91 yılında İstanbul, hem karadan hem de denizden kuşatılmış olarak endişe ve zaruret dolu bir kış geçirdi. Kurtuluş yine ancak dışardan gelebilirdi. Bu müşkül durumda I. Aleksios tehlikesiz olmamakla beraber çok tecrübe edilmiş, Bizans'ın barbarlara karşı izlediği siyasete başvurarak Peçeneklere karşı Kumanları yardıma çağırdı. Güney Rusya ovasında Peçenek ve Oğuzların ardından gelmekte olan Kumanlar, aynen onlar gibi göçebe bir kavim olup, etnik bakımdan olmasa bile, dil bakımından yine de Türk idiler. İmparator Aleksios devletinin mukadderatını bu savaşçı kavmin reisleri eline teslim etti. Büyük bir sabırsızlıkla bekleyen Kumanlar 1091 ilkbaharında devlet arazisine girdiler. 29 Nisan 1091'de Levunion eteğinde Bizanslılar ve Kumanlar ile Peçenekler arasında işitilmemiş derecede kanlı bir savaş cereyan etti. Peçeneklere burada tamamıyla imha olundular. Katliamı andıran bu müthiş mücadelenin o zamanda yaşayanlar üzerinde bıraktığı tesirleri Anna Komnene "sayıları hadsiz hesapsız bütün bir kavim tek bir gün içinde imha olundu." sözleriyle aksettirmektedir. İstanbul'u kuşatmış olan çember bu suretle kırılmış oluyordu. Planları Levunion savaşıyla suya düşmüş olan Çaka Bey de bir mağlubiyete uğradı ve daha sonra imparatorun yeni bir ustaca siyaset manevrası ile çaresiz kaldı. Çünkü imparator nasıl Kumanları Peçenekler aleyhine tahrik etmiş idiyse, şimdi de Çaka Bey'in damadı olan İznik emiri Abu'l Kasım'ı çıkarmayı bilmiş ve önce bununla, sonra da onun halefi ve Süleyman'ın oğlu Kılıçarslan ile bir ittifak akdettirmişti.
İstanbul'un kurtarılması, Sırplara, özellikle bütün civarı mütemadi akınlarla bizar eden Rascia "jupan"ı Vukan'a karşı harekete geçmek imkanını sağladı. Bununla beraber İmparator 1094 yılında mücadeleyi yeniden kesmek ve Vukan'ın zahiri bir itaat arzı ile yetinmek zorunda kaldı. Çünkü bir zamanki müttefiki Kumanlar devlet arazisine girmiş ve etrafı yağmalayarak Edirne civarına kadar sokulmuş idiler. Başlarında, kendisinin eski imparator Romanos Diyojen'in oğlu Konstantinos Diyojen olduğunu ileri sürerek imparatorluk tahtı üzerinde hak iddia eden bir Bizanslı bulunmaktaydı. Bu iddia çok tehlikeli olmakla beraber aynı zamanda teşebbüsün zaafını da ihtiva ediyordu. Çünkü taht müddeisi hile yolu ile ele geçirildikten sonra imparatorluk ordusu başsız kalan Kuman kitlelerini dağıtmaya muvaffak oldu.
Devletin Avrupa'daki arazisinde en büyük tehlikeler ortadan kaldırılmıştı. Doğuda da bulutlar dağılmış gibi görünmekteydi: çünkü Anadolu Selçuklu sultanlığının parçalanması ve emirlerin birbirine karşı mücadeleye girişmesi Bizans'ın Anadolu'yu tekrar geri kazanmasını imkan çerçevesine sokacak gibi görünüyordu. Ancak I. Aleksios'un kendisini bu göreve adayabileceği anda, onun bütün planlarını altüst edip devleti yeni bir çok güçlüklerle karşı karşıya bırakan bir hadise vuku buldu: Haçlılar yaklaşma idiler. Haçlı seferi düşüncesinde, kudretlenmiş olan papalığın, iktidarının huzmelerini hristiyan doğuya kadar uzatmak gayretlerine yeni bir ifade bahşolunmuştu. Papa II. Urbanus'un Clermont konsilindeki çağrısı, Cluny reform hareketinden beri bütün batı alemine hakim olmuş bulunan dini şevk ve heyecan sebebiyle muazzam bir akis buldu: Bu çağrı, çekiciliği ve çektiği ıztıraplar -Kudüs'ün Selçuklular tarafından 1077 yılında zaptedilmesinden beri- hristiyan batı dünyasınca sayısı gittikçe artan hac seyahatleri ile malum bulunan Kutsal Ülkeye karşı duyulan hasreti alevlendirmiş, toprak açı ve macera düşkünü feodaller gibi, batı dünyasının iktisadi sıkıntıdan ezilmiş, dini heyecan içinde çalkalanan halk kitlelerini de yerinden oynatmıştı. Buna mukabil batıdaki anlamıyla bir haçlı seferi düşüncesi Bizans devletine tamamıyla yabancıydı. İnançsızlara karşı mücadele Bizans için hiç de yeni bir şey değildi. Devletin zaruri ve ağır bir görevi olarak bu iş Bizanslılar için çoktan beri tabii bir hal almış olup, eski bir Bizans ülkesi olan Kutsal Diyar'ın kurtarılması Bizanslıların gözünde hristiyanlığın umumuna şamil bir vazife olarak değil, devletin görevi olarak görünüyordu. Batıdan haçlılar değil ücretli asker bekleniyordu.
Filvaki Bizans imparatoru Selçuklu ve Peçenek tehlikeleri zamanında, başka münasebetlerle de yapmış olduğu gibi, batı aleminden yardımcı birlikler istemişti. Diğerleri arasında I. Aleksios, kendisini 1089 sonunda veya 1090 yılı başında bir hac seyahati münasebetiyle ziyaret ederek kendisine vassallık yemini edip 500 Flandre şövalyesi göndermeyi vaat etmiş bulunan Flandre kontu Robert'e yazmış görünüyor. Onun Roma'ya tevcih ettiği yardım ricaları ve II. Urbanus ile kilise birliğini tesis için giriştiği müzakereler de aslında bu gayeye hizmet etmekteydi. Olayların aldığı veçheyi imparator ne arzu etmiş ne de beklemişti. O şimdi, devletinin durumu kesin olarak düzeldiği ve kendisi bizzat Anadolu'ya bir sefer yapabileceği bir sırada haçlıların geldiğini görüyordu. Onun doğu hristiyanlık dünyasının hamisi sıfatıyla haiz olduğu mevki haçlılar tarafından zorla elinden alınır görünüyordu. 15 yıllık sonsuz güçlüklerle yapılan bir savunma mücadelesinden sonra en ciddi tehlikelerden kurtarmış olduğu devleti, yeni ve sonu bilinmeyen güçlüklere itiliyordu. O sıralarda henüz hiç kimse, batı dünyasının inançsızlara karşı giriştiği kutsal savaşın zamanla, kilise birliğinden ayrılmış Bizans'a karşı bir imha savaşına dönüşeceğini düşünmemiş olmasına rağmen, batılı inanç kardeşlerine karşı Bizans'ta derin bir güvensizlik duyulmaktaydı. O zamanlarda bile yeni bir düşman istilası ile karşı karşıya bulunulduğuna inanılıyordu; haçlıların davranışı bu inancı doğrular gibiydi.
(Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, çev. Fikret Işıltan, Ankara, s.321-322-323-324-329-330-331-332-333-334-335)
Yorumlar
Yorum Gönder