Lord Castelreagh (Robert Stewart)

İngiltere, Viyana Kongresi’nden sonra deniz gücü olarak dünyanın en güçlü devleti konumuna geldiği gibi Avrupa dışında kolonilerini kurup sarsılmaz bir güce ve şöhrete ulaşmıştı. İngiltere bu dönem siyasetinde sadece Avrupa’da barışı korumayı hedefliyordu. İngiliz Dışişleri Bakanı Castelreagh, Napolyon Savaşlarından sonra Avrupa’nın çok yıprandığını, bu yüzden de dinlenmeye ihtiyacı olduğunu düşünüyor; dolayısıyla Metternich’e destek veriyordu.

(Hasan Demirhan, İngiltere'nin Balkan Politikası ve Yunanistan, Doktora Tezi, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013, Edirne, s. 222)

Osmanlı Devleti’nin Tuna vilayetlerine boyarları atamasından bir ay sonra beklenmedik bir şekilde İngiliz Dışişleri Bakanı Castelreagh intihar etti. Castelreagh’ın yerine 22 Eylül 1822 tarihinde George Canning dışişleri bakanı olarak atandı. George Canning’in İngiliz Dışişleri Bakanı olması üzerine İngiltere’nin Yunan politikası da değişecek ve bu değişim Avrupa’nın diğer devletlerinin politikalarına da yansıyacaktı.

(Hasan Demirhan, İngiltere'nin Balkan Politikası ve Yunanistan, Doktora Tezi, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013, Edirne, s. 228)

1821 yılında Aleksandr İpsilantis Yunan isyanını başlattığı sırada Lord Liverpol İngiltere Başbakanı, Castelreagh ise İngiltere Dışişleri Bakanı olarak görev yapıyordu. Castelreagh 1812 yılındaki Bükreş Antlaşması’ndan bu yana, Napolyon sonrası kurulmak istenen Avrupa düzeni için büyük çabalar göstermişti. Yunan isyanının başlaması üzerine de Avrupa’da oluşturdukları düzeni muhafaza edebilmek ve İngiliz menfaatlerini koruyabilmek için, Avusturya Başbakanı Metternich ile birlikte Rusya ve Osmanlı arasında çıkabilecek herhangi bir çatışmayı engellemek amacıyla politikalar geliştirmeliydi.

İngiltere’de iç siyasette mücadeleler yaşanırken Rusya, Yunan isyanının ilk günlerindeki tarafsızlık politikasından vazgeçmiş ve isyan bahanesiyle Osmanlı Devleti’ni köşeye sıkıştırma çabası içine girmişti. Ruslar görünürde Bükreş Antlaşması’ndan kaynaklanan haklarının Osmanlı tarafından verilmediğini, Yunanlılara ve Ortodokslara baskılar yapıldığını iddia etmekte, Eflak ve Boğdan’ın Osmanlı askerleri tarafından ilgaline karlı çıkmaktaydı. Ancak bu itirazların temelinde Rusya’nın Yunanlılara aynı Tuna vilayetlerinde olduğu gibi bir özerk statü kazandırarak, buralarda otorite kurma arzusu yatıyordu. Castelreagh Rusya’nın bu politikaları karşısında endişeye düşerek ne olursa olsun Rusya’nın müdahalesini engellemeye karar verdi. Castelragh’ın İngiltere’nin politikasını katı bir tarafsızlık olarak ilan ettiği bu dönemde Rusya ile mücadelesinde en büyük yardımcısı da ünlü diplomat İstanbul Elçisi Strangford Canning olacaktı.

Osmanlı Devleti’nin Yunan isyancılara yardım ettiği gerekçesiyle Rum Patriğini idam etmesi (22 Nisan 1821) üzerine Rusya’nın İstanbul elçisi Stragonov Bâb-ı âlî’ye baskısını arttırdı. Stratford da bu idamdan sonra İstanbul’da güvenliğin bozulacağını düşünerek, Dışişleri Bakanı Castlereagh'a Patriğin idamından üç gün sonra yazdığı raporunda "Artık bu imparatorluğun konsilleri amansız bir fanatizmle yönetiliyor ve bundan da en korkunç sonuçlar beklenebilir" demekteydi. Ancak Stratford’un bu düşüncesi İstanbul’daki birkaç günü gözledikten sonra değişmiş ve Castlereagh'a, gözlemlerinin ardından üç ay sonra yazdığı raporunda Yunanlıların Hristiyan oldukları için değil, isyan etmeleri dolayısıyla cezalandırıldıklarını anlattı.Yunan papazlarının çıkan isyanın başta gelen kışkırtıcıları ve destekleyicileri olduğunu belirten Strangford ilk raporunu biraz abartılı yazdığını da itiraf etti. Ayrıca padişahın kentteki güruh hareketlerini kontrol altına alabilmek için İstanbul’a asker getirttiğini, İstanbul’un içinde ve çevresinde bulunan irili ufaklı 76 kiliseden yalnızca bir tanesinin tamamen yıkılıp, 13 tanesinin hasar görerek ve güruhlar tarafından yağmalandığını da Londra’ya gönderdiği durumu özetleyen raporuna eklemişti. Stratford İstanbul’daki Rus elçisinin Bâb-ı âlî’ye yaptığı baskıları bertaraf etmek ve taraflar arasındaki çatışmaları engellemek için çaba harcadığı gibi Rus elçisinin tepkilerine de katılmıyor ve isyanın Osmanlı Devleti’nin bir iç meselesi olmasından hareketle karışılmaması gerektiğini söylüyordu. İngiliz Elçi, başvurularından dolayı tepki gösterdiği Strogonov’un İstanbul’daki güvenliğini de sağlamaya çalışıyordu. Bâb-ı âlî Rus Elçisine kızıp yanlış bir hareket yapmasıyla Osmanlı-Rus savaşı kaçınılmaz hale gelebilir, bu ise İngiltere’nin bütün planlarının altüst olmasına neden olabilirdi. Gelişmeleri yakından izleyen Castelreagh’da 14 Temmuz’da Stratford’a bir telgraf çekip, İngiltere’nin sıkı tarafsızlık politikasına devam edeceğini bildirmiş ve kendisinin de buna göre hareket ederek gerekli tedbirleri almasını istemişti.

Castelreagh, 13 Temmuz’da Stratford’a bir yazı göndermiş ve Avrupalı devletlerin isyana herhangi bir müdahalesine karşı olduğunu, Rusya ile Osmanlı Devleti arasında çıkabilecek herhangi bir çatışmayı önlemek için her türlü tedbiri almasını tekrarlamıştı. Ayrıca Castelreagh, Stratford’dan Bâb-ı âlî’ye karşı diğer Avrupa Devletlerinin elçileriyle beraber hareket etmemesini de yazmıştı. Çünkü Osmanlı Devleti, Avrupa Devletlerini bir Hristiyan birliği olarak görüyor ve onları politik olarak değil, dinî aidiyetleriyle değerlendiriyordu. İngiltere’nin Osmanlı ile ilişkilerinde kazandığı politik tecrübesi gereği, Bâb-ı âlî üzerinde etkin olmak için beraber hareket edilmemeliydi. Stratford, her iki tarafın siyasi hareketlerini kontrol altına almaya çalışmalı ve savaşı önleyerek büyük insanlık dramlarının yaşanmasının önüne geçmeliydi. Castelreagh, Strangford’a 14 Temmuz’da yaptığı ikazı 5 Ağustos’ta yineleyerek, Osmanlı devlet adamlarının kızgınlıkla yanlış bir hareket yapmasının mutlaka önüne geçmesi gerektiğini yazdı. Zira Castelreagh Rusya’nın eline koz vermemekte kararlıydı.

Bu arada Rus Elçisi Strogonov da Ağustos ayında dört maddelik bir ultimatom vererek (13 Ağustos 1821) tarihinde İstanbul’dan ayrıldı. Bu ayrılış Castlreagh’ı endişeye sevkettiyse de Osmanlı Devleti’nin bu saygısızlığa tepkisini elçiyi Rus Dışişleri Bakanı Nesselrode’a şikâyet ederek göstermesiyle rahatladı. Çünkü bu tavır Osmanlı Devleti’nin barıştan yana olduğu anlamına geliyordu. Rusya, Stragonov’un İstanbul’dan ayrılmasından itibaren, Avrupa Devletleri ile Yunan isyanına mutlaka müdahale etmelerini sağlamak üzere bazı anlaşmalar yapmak istedi. Rusya’ya göre, eğer müdahale edilmezse bunun bir din savaşına dönüşme ihtimali vardı. Stragonov da Türklerin, Mora’daki soydaşlarının katledilmesi yüzünden misilleme yapıp, İstanbul’da yaşayan bütün Rumları öldüreceğini iddia ediyordu. Ancak Osmanlı Devleti Stragonov’un iddia ettiği gibi davranmamış, aksine İngiltere’yi ve Castelragh’ı son derece memnun eden bir tavır göstererek, İstanbul’daki Rumların hayatlarını güvence altına almak için birçok tedbiri uygulamaya geçirmişti. Strogonov’un İstanbul’dan ayrılmasından sonra Osmanlı Devleti ve Rusya arasındaki ilişkilerin bütün çabalara rağmen gerginleşmesi sebebiyle endişeye kapılan Castelreagh bu ortamda neler yapılması gerektiğini müzakere için, 1821 yılının Ekim ayında Hanneover kentinde Avusturya Başbakanı Metternich ile görüşmeye karar verdi. Bu arada Stratford da Rusya eğer Eflak ve Boğdan’ı işgal etmeyeceğine dair garanti verirse Osmanlı Devleti’nin bu eyaletleri boşaltacağını Castelreagh’a telgrafla bildirdi. Kendisi için sevindirici bir gelişme olan bu haberin ardından Castelreagh, Metternich ile birlikte, Prusya Dışişleri Bakanı Bernstroff ve Rusya’nın Londra Elçisi Prens Lieven’i de Hanneover’a davet ettiler. Castelreagh ve Metternich’in niyetleri küçük bir Avrupa konferansı yapmaktı; ancak Bernstroff Avusturya’nın etkisiyle hareket etmekten kaçınmak, hatta Osmanlı Devleti ile Rusya arasında arabuluculuk rolünü oynamak istediği için bu davete gelmedi. Lieven ise davete geç kalmış, bunun üzerine Castelreagh Hannover’i beraber ziyaret ettiği İngiliz Kralı IV. George’a burada birkaç gün kalıp Lieven’i beklemeyi teklif etmişti. IV. George ziyaretini birkaç gün uzattıysa da Prens Lieven görüşmeye yine yetişemedi. Metternich ile Castelreagh’ın Yunan meselesinde neler yapacaklarını planladıkları görüşme sonunda, Osmanlı Devleti’ne Rusya’nın aleplerini kabul etmesi için mümkün olduğunca baskı yapılması ve Rusya’nın müdahalesini önlemek üzere Çar’ın ikna edilmesi maksadıyla her iki devletin de gayret göstereceği kararını aldılar.

Hanneover’da hedef belirlenmesine rağmen, barışın garanti edilmesi uzun ve yorucu bir işti. Rusya’daki İngiliz elçisi Bagot bu dönemde Castelreagh’a yazdığı mektubunda Rus Dışişleri Bakanı Kapodistirias’ın gece gündüz çabalayarak Rusya ile Osmanlı Devleti arasında bir savaşın çıkmasını engellemeye çalıştığını; ancak bunun yeterli olup olmayacağını bilmediğini yazıyordu. Çar, Hanneover’daki görüşme nedeniyle kızgındı ve savaş kararı alacak gibi görünüyordu. Hatta Rusya savaş için hazırlıklara girişmiş ve gereken krediyi alabilmek üzere Amsterdam’a başvuru işlemlerini yapmaya başlamıştı. Bagot, bütün bu hazırlıklara rağmen, Rusya’nın Yunan meselesinde Avrupalı devletlerin desteğini almadan tek başına hareket etmek istemediğini İngiliz Dışişleri Bakanlığına bildirdi. Castelreagh, Bagot’tan gelen haberler üzerine 14 Aralık’ta yeni talimatlar göndererek, Çar ile görüşmesini ve ona Güney Amerika’daki, İspanya’daki, Portekiz’deki isyan hareketlerinin korkunç tablolarını anlatmasını istedi. Fransa ile İtalya’nın da aynı tehlike içerisinde olduğunu, Yunanistan sorununun da diğer bölgelerdeki ayaklanmalar gibi değerlendirilmesi gerektiğini ve Rusya’nın böyle bir ayaklanmaya destek vermesinin makûl görülemeyeceğini, hatta bu isyanda Türklerin Yunanlılar yerine desteklenmesinin icap ettiğini söyledi. Castelreagh; aslında Rusya’nın kendi dindaşlarına karşı bir harekâta geçmesinin imkânsızlığının da farkındaydı. Ancak Yunanlılar isyanlarında yalnız bırakılmalı ve kesinlikle desteklenmemeliydiler. Osmanlı Devleti’nin Eflak ve Boğdan’daki özerk yapıyı tanımayarak, buraları ele geçirme ya da geçici istila fikri olduğu takdirde, Rusya’nın sert protestolar yapması mümkündü; ama tepkisi bir savaşa neden olacak boyutlara varmamalıydı. Ayrıca barışın sağlanması için, Rusya ve Osmanlı devletleri Yunan meselesi üzerinde doğrudan görüşmelere başlamalıydılar. Bunun anlamı da Rusya’nın Strogonov’dan sonra İstanbul’a yeni bir elçi atamasıydı. Bunun için gerekirse Bagot, Rus devlet adamlarına baskı dahi yapacaktı.

Çar; Hanneover’da İngiltere ve Avusturya’nın buluşması üzerine 1822 yılında Mart ayında Viyana’ya gönderdiği elçisi Tatişev aracılığıyla küçük bir konferans düzenleyerek İngiltere ile Avusturya’yı Yunanistan’a müdahale etmek için ikna etmeye çalıştı. Çar, çabalarının sonuçsuz kalmasıyla birlikte 1822 sonbaharında yapılacak olan Verona Kongresi’ne kadar bir karar almayacağını açıkladı. Rusya’nın aldığı bu kararın üzerine Metternich Castelreagh’a, oyun zaferle kazanıldı, diye yazacaktı. Nitekim Viyana görüşmesinden yaklaşık altı ay sonra toplanan Verona Kongresi’nde de Çar istediği kararları aldıramadı.

Bogot’un Castelreagh’ın talimatlarıyla Rus devlet adamları üzerinde baskı kurmaya çalıştığı sırada, İngiltere’nin İstanbul elçisi Strangford da Castelreagh’a Avrupa Devletleri adına isyancı Yunanlılara kayıtsız şartsız teslim olmalarını içeren bir öneri sunmayı teklif etti. Ancak Castelreagh, Strangford’a bu teklifin zamansız olduğunu ve İngiltere’nin böyle bir öneriyi sunduğu anda taraf sayılacağını belirterek, İngiltere’nin tarafsızlık politikasından memnun olduğunu, bununla birlikte zamanı geldiğinde bazı girişimlerde bulunabileceklerini bildirdi. Hülasa Strangford’un Yunan isyanı hakkında Avrupalı devletler ile ortak açıklamalardan şimdilik kaçınması gerekiyordu.

(Hasan Demirhan, İngiltere'nin Balkan Politikası ve Yunanistan, Doktora Tezi, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013, Edirne, s. 250-252-253-254-255-256-257-258)

Mart 1814'te Livorno'daki Toskana kıyısına küçük bir Anglo-Sicilya kuvveti çıkardı. Birkaç gün sonra İtalyanları Britanya'ya güvenmeye, silah almaya ve Fransızlarla savaşmaya çağıran bir bildiri yayınladı. Hiçbir yanıt gelmedi. 

Bu arada Avusturya birlikleri Veneto'yu işgal etmiş ve Eugène de Beauharnais'i geri püskürtmüştü. Lombardiya'da İtalya Krallığı'nın enkazından bağımsız bir devleti kurtarma konusunda hararetli konuşmalar yapılıyordu, ancak Milano soyluları yeni hükümdarları olarak kimi önerecekleri konusunda anlaşamıyorlardı. Kont Federico Confalonieri liderliğindeki sözde 'Saf İtalyanlar' grubu, Fransız olmadığı sürece hemen hemen herkesi istiyordu ve onları Avusturyalıların pençesinden kurtarmak için İngilizlere güveniyordu; ancak diğerleri Napoli'li Joachim Murat'ı veya hatta Eugène de Beauharnais'i arzuluyordu ve diğerleri ise Arşidük Francis'e (bir Avusturyalı, ancak Milano doğumlu) göz koymuştu. 17 Nisan 1814'te yaşlı Francesco Melzi d'Eril, meseleyi Beauharnais lehine zorlamaya çalıştı, ancak bu eylem Saf İtalyanları o kadar öfkelendirdi ki şehre bir kalabalık saldılar, Maliye Bakanı linç edildi ve hükümet devrildi. Beauharnais havlu attı ve Lombardiya'yı Avusturyalılara devretti, onlar da Napolyon'un Cherasco ateşkesini imzalamasından tam on sekiz yıl sonra, 28 Nisan'da Milano'ya girdiler; bu ateşkes Fransızlar tarafından kuzey İtalya'nın işgaline giden yolu açmıştı. 

Confalonieri ve onun Saf İtalyanları gerçekte, gerçek anlamda 'İtalyan' olan herhangi bir şeyden çok, egemen olabilecekleri bağımsız bir Lombard devletine sahip olmakla ilgileniyorlardı ve bu çizgi genel olarak paylaşılmış gibi görünüyor. Yazar Ludovico Di Breme'ye göre, Milanolular tüm İtalya'yı memnuniyetle yönetebilirlerdi, 'ama işin aslına bakıldığında, İtalya onların görüşüne göre Borgo degli Ortolani'nin [banliyösünün] çok ötesine uzanmıyor'. Ancak 1814 baharında uluslar ve hakları hakkında konuşmak çok modaydı ve Lombardiya'nın bir kez daha Avusturya İmparatorluğu'nun bir eyaleti statüsüne düşürülmesini önlemek için çaresiz bir çabayla Confalonieri, Lord Castlereagh'dan son yirmi yılda ne kadar çok şeyin değiştiğini ve İtalyanların artık bir ulus olmak için 'arzuya, araca ve enerjiye' sahip olduklarını fark etmesini rica etti. Viyana'dan yönetim bir facia olurdu: "Hiçbir toprak, doğal engeller, dil farklılıkları ve karakter, mizaç ve alışkanlıklardaki farklılıklar nedeniyle Almanya'dan daha fazla ayrılmamıştır." Castlereagh bu tür çağrılara karşı duyarsızdı. Lombardların, "Avusturya'nın nazik hükümetinden" korkacak hiçbir şeyleri olmadığını söyledi.

(Christopher Duggan, The Force of Destiny: A History of Italy Since 1796, Penguin UK, 2008, s.102-103-104)



Yorumlar

Popüler Yayınlar