Nilüfer Hanımsultan

 New York'ta 14 Ekim'de bir ‘‘sari’’, yani Hindli kadın elbisesi sergisi açıldı ve 34 adet antika sari, binlerce Amerikalıyı hayran bıraktı... Elbiseler, dünyanın en güzel kadınlarından birine, bir ‘‘hanımsultan’’a aitti: Beşinci Murad'ın 15 yaşında Hindistan'a gelin gidip cehennem azabından da beter bir ömür süren torunu Nilüfer Hanımsultan'a..

Peki, kimdi bu ‘‘Prenses Nilüfer’’? Güzelliğiyle tanınırdı ve Nilüfer'le ilgili bir bahis açıldığı vakit, önce mutlaka güzelliği konuşulurdu...Bir Osmanlı hükümdarının, tahtta sadece 93 kalabilmiş olan Beşinci Murad'ın soyundandı... Annesi Adile Sultan padişahın torunuydu ve ‘‘sultan kızı’’ olduğu için, unvanı ‘‘hanımsultan’’dı Nilüfer'in... 1916'da Kadıköy'deki bir konakta doğmuş, iki sene sonra babası ölmüş; sekiz yaşına bastığında da ailesiyle, yani bütün Osmanoğulları'yla beraber sürgüne gönderilmişti...15 yaşındayken, ‘‘yokluktan kurtulmak için’’, dünyanın en zengin adamına gelin giti: Hindistan'ın her sene mücevherle tartılan mihracesinin, Haydarabad Nizamı'nın oğlu Şecaat Han'la evlendi... Kendi ifadesiyle 15 sene boyunca ‘‘cehennem hayatı’’ yaşadı, kocasından boşanıp Avrupa'ya döndü, Paris'e yerleşti ve Avrupa sosyetesinin en meşhur isimlerinden oldu...Bir ara Ağa Han onu oğluyla evlendirmek istedi ama hanımsultan bir Amerikalıyla birleştirdi hayatını: Edward Pope'la... 1963'te evlendiler ve 1989'a, Nilüfer'in bu dünyadan ayrılmasına kadar devam etti evlilikleri...Kaderinde mutluluğu bir türlü yakalayamamak vardı ve hayattab ayrılması da bir garip oldu... Mafsal ağrıları çekiyordu, tedavi için Paris'in en lüks kliniklerinden birine yattı ve bir virüs kaptı orada... Dünyanın en güzel çehrelerinden olan yüzü bir haftada tanınmaz hale geldi... Ama orada sadece iki hafta yaşayabildi Nilüfer... Hastahaneden Paris'in en büyük Müslüman mezarlığına, Bobigny'ye götürüldü; annesi Adile Sultan'ın yanına yatırıldı...

Ben, Nilüfer hanımsultanı 1980'lerin başında, Paris'te tanıdım... Lamartine Meydanı'nda, geniş ve gayet şık bir dairede otururdu... Evin duvarlarından birini boydan boya süsleyen devâsâ iki hat, gördüğüm Yesarizâde yazılarının en güzelleriydi...Paris'e her gidişimde, onu mutlaka ziyaret ederdim... Kocası Edward Pope saatler süren sohbetlerimize iştirak eder, hanımsultanın Hindistan'da geçirdiği ızdırab dolu senelerinin hikâyesini kimbilir kaç yüzüncü defa hiç bıkmadan tekrar tekrar dinler ve sonunda mutlaka upuzun bir 'Yeees' çekerdi...New Yorklular'ın ‘‘Prenses Nilüfer’’in sarilerini seyretmeye akın akın koştuklarını öğrenince, seneler önceki o sohbetlerin dönüşünde otellerde tuttuğum notlarımı çıkardım... Yeniden okudum ve hanımsultanın ihtişam içerisindeki ızdırabından birkaç başlığı sizlere de aktarayım dedim... Meselâ evlenmesinin öyküsünü ve ‘‘burun deldirme’’ macerasını...‘‘Sürgünden sonra, Fransa'a yerleştik... Nice'de ufacık bir daire kiraladık’’ diyordu hanımsultan: ‘‘Elimizdeki tek-tük mücevheri satarak yaşıyorduk. Gün geldi, satacak hiçbir şeyimiz kalmadı. Annem hastaydı ama verecek paramız olmadığı için doktor çağıramıyorduk. Haydarabad Nizamı'nın oğlu, beni işte böyle bir vaziyette buldu. Çok zengindi ve annemle beni yokluktan kurtarabilirdi. Daha 15 yaşındaydım ve evlenme teklifini açlık çekmemek için kabul ettim. Haydarabad'a giderken, koynumdaki küçücük bir Kur'an'dan başka hiçbir şeyim yoktu...Hindistan'da, cehennemden beter bir 15 sene geçirdim... Kayınpederimin yanında konuşmam yasaktı. Sadece o birşey soracak olursa ‘‘Evet baba’’, yahut ‘‘Hayır baba’’ diyebilirdim. Nereye gitsem, peşimde hep detektifleri olurdu.

(Murat Bardakçı, 26 Ekim 1997, Hürriyet)



Yorumlar

Popüler Yayınlar