Klemens von Metternich

Avusturya Başbakanı Metternich başta olmak üzere Avrupa'nın önde gelen güçleri milliyetçiliğin yayılmasını istemiyorlardı.

(Erhan Afyoncu, 27 Mart 2016, Sabah),

Avrupalı devletlerin bu dönemdeki politikalarını tek tek ele alırsak bunlar arasında Yunanlara en büyük tepki Avusturya’dan geliyordu.

Avusturya Başbakanı Metternich, Yunanlılara tamamen düşmandı. Metternich için Yunanlılar, meşru hükümdarlarına karşı isyan ederek Osmanlı Devleti’nde büyük ölçekli Rus müdahalesinin yolunu açan yarı barbar insanlardı. Bu durum Avrupa’nın zor kazanılmış barış ve birliğini bozabilir, ayrıca Avusturya ile Rusya arasında ciddi sürtüşmelere yol açabilirdi. 20 Nisan 1821’de Matternich günlüğüne şunları yazmıştı: “Son altı haftada iki savaşa son verdik ve iki isyanı (Napoli ve Piomente) bastırdık. Doǧu’da başlayan üçüncü isyanın da başarılı olamayacaǧını umut ediyorum” 31 Ağustos 1821 tarihli bir genelgede de Yunan isyanını “Radikallerin, Büyük güçler ve özellikle de Avusturya ve Rusya’nın arasında patlattıkları bir havai fişek” olarak tanımlıyordu. İsyanın başlangıcından itibaren Osmanlı Devleti’nin yanında yer alan Metternich, sadece diplomasi kabiliyetini ve etkisini değil, ülkesinin olanaklarını da Bâb-ı âlî’nin çıkarına kullandı. Akdeniz’de deniz gücü üstünlüğünü asilere kaptıran Osmanlı Devleti, silahlı birliklerin ve gerekli mühimmatın bölgeye ulaştırılmasında Avusturya gemilerinden faydalandı. Bu yüzden 1826 yılına kadar yüzün üzerinde Avusturya gemisi Yunanlılarca batırıldı veya ele geçirildi.

Metternich Yunan isyanının başlamasıyla birlikte özellikle Çar Alexander üzerindeki etkisini kullanarak, birkaç yıl için Avrupa barışını bozacak bir Rus müdahalesinin önüne geçebildi. Sorunu Mora’nın dışına taşıracak her adımın şiddetle karşısında duran Metternich, buna rağmen Aleksandr’ın Yunan meselesini görüşmek için 1824 yılında Petersburg’da düzenlediği konferansa sırf Rusya'nın planlarını bozmak amacıyla katılmayı gerekli gördü. Avusturya’nın konferansa katılmaması için kendini iknaya gelen İngiltere elçisi Strangford Canning’e, Yunanlılara asla bağımsızlık verilmemesi ve sultanın egemenliğinin zayıflatılmaması kaydıyla Mora’da bazı ıslahatlar yapılmasını dahi kabul edebileceğini ima etmiş, yeter ki Petersburg’un meseleyi Osmanlı Devleti aleyhine kullanmasının önüne geçilebilmesinin elzem olduğunu söylemişti.

(Hasan Demirhan, İngiltere'nin Balkan Politikası ve Yunanistan, Doktora Tezi, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013, Edirne, s. 220-221)

Bu arada Rus Elçisi Strogonov da Ağustos ayında dört maddelik bir ultimatom vererek (13 Ağustos 1821) tarihinde İstanbul’dan ayrıldı. Bu ayrılış Castlreagh’ı endişeye sevkettiyse de Osmanlı Devleti’nin bu saygısızlığa tepkisini elçiyi Rus Dışişleri Bakanı Nesselrode’a şikâyet ederek göstermesiyle rahatladı. Çünkü bu tavır Osmanlı Devleti’nin barıştan yana olduğu anlamına geliyordu. Rusya, Stragonov’un İstanbul’dan ayrılmasından itibaren, Avrupa Devletleri ile Yunan isyanına mutlaka müdahale etmelerini sağlamak üzere bazı anlaşmalar yapmak istedi. Rusya’ya göre, eğer müdahale edilmezse bunun bir din savaşına dönüşme ihtimali vardı. Stragonov da Türklerin, Mora’daki soydaşlarının katledilmesi yüzünden misilleme yapıp, İstanbul’da yaşayan bütün Rumları öldüreceğini iddia ediyordu. Ancak Osmanlı Devleti Stragonov’un iddia ettiği gibi davranmamış, aksine İngiltere’yi ve Castelragh’ı son derece memnun eden bir tavır göstererek, İstanbul’daki Rumların hayatlarını güvence altına almak için birçok tedbiri uygulamaya geçirmişti. Strogonov’un İstanbul’dan ayrılmasından sonra Osmanlı Devleti ve Rusya arasındaki ilişkilerin bütün çabalara rağmen gerginleşmesi sebebiyle endişeye kapılan Castelreagh bu ortamda neler yapılması gerektiğini müzakere için, 1821 yılının Ekim ayında Hanneover kentinde Avusturya Başbakanı Metternich ile görüşmeye karar verdi. Bu arada Stratford da Rusya eğer Eflak ve Boğdan’ı işgal etmeyeceğine dair garanti verirse Osmanlı Devleti’nin bu eyaletleri boşaltacağını Castelreagh’a telgrafla bildirdi. Kendisi için sevindirici bir gelişme olan bu haberin ardından Castelreagh, Metternich ile birlikte, Prusya Dışişleri Bakanı Bernstroff ve Rusya’nın Londra Elçisi Prens Lieven’i de Hanneover’a davet ettiler. Castelreagh ve Metternich’in niyetleri küçük bir Avrupa konferansı yapmaktı; ancak Bernstroff Avusturya’nın etkisiyle hareket etmekten kaçınmak, hatta Osmanlı Devleti ile Rusya arasında arabuluculuk rolünü oynamak istediği için bu davete gelmedi. Lieven ise davete geç kalmış, bunun üzerine Castelreagh Hannover’i beraber ziyaret ettiği İngiliz Kralı IV. George’a burada birkaç gün kalıp Lieven’i beklemeyi teklif etmişti. IV. George ziyaretini birkaç gün uzattıysa da Prens Lieven görüşmeye yine yetişemedi. Metternich ile Castelreagh’ın Yunan meselesinde neler yapacaklarını planladıkları görüşme sonunda, Osmanlı Devleti’ne Rusya’nın aleplerini kabul etmesi için mümkün olduğunca baskı yapılması ve Rusya’nın müdahalesini önlemek üzere Çar’ın ikna edilmesi maksadıyla her iki devletin de gayret göstereceği kararını aldılar.

Çar; Hanneover’da İngiltere ve Avusturya’nın buluşması üzerine 1822 yılında Mart ayında Viyana’ya gönderdiği elçisi Tatişev aracılığıyla küçük bir konferans düzenleyerek İngiltere ile Avusturya’yı Yunanistan’a müdahale etmek için ikna etmeye çalıştı. Çar, çabalarının sonuçsuz kalmasıyla birlikte 1822 sonbaharında yapılacak olan Verona Kongresi’ne kadar bir karar almayacağını açıkladı. Rusya’nın aldığı bu kararın üzerine Metternich Castelreagh’a, oyun zaferle kazanıldı, diye yazacaktı. Nitekim Viyana görüşmesinden yaklaşık altı ay sonra toplanan Verona Kongresi’nde de Çar istediği kararları aldıramadı.

(Hasan Demirhan, İngiltere'nin Balkan Politikası ve Yunanistan, Doktora Tezi, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013, Edirne, s. 255-256-257-258)

-------------------------------------------

Avrupa devlet adamları Kasım 1814'te yeni siyasi düzeni düzenlemek için Viyana'da toplandıklarında başlıca kaygıları istikrar ve barış yaratmak, Fransa'nın emperyalist eğilimlerini kontrol altında tutmak ve devrimin tekrarlanmasını önlemekti. Halk egemenliği fikri - önceki yirmi beş yıldaki kargaşanın başlıca suçlusu olduğuna yaygın olarak inanılıyordu - 'meşruiyet' ilkesi lehine bir kenara bırakıldı: Napolyon'un fetihlerinden önce var olan egemenlerin ve devletlerin meşru haklarının korunması. Genel anlamda bu yaklaşım 1789 sınırlarının yeniden kurulması anlamına geliyordu; ancak ilkenin uygulanmasında bir miktar esneklik vardı. Başlıca galiplerin - İngiltere, Avusturya, Prusya ve Rusya - hırsları, güç dengesini sağlama ve Fransa'yı kontrol altına alma ihtiyacıyla birlikte, İtalya'da Cenova ve Venedik cumhuriyetleri de dahil olmak üzere bazı küçük devletlerin feda edilmesiyle sonuçlandı. (s.111)

'Ulus'a gelince, fikir artık Fransız Devrimi'nin giydirdiği devrimci giysiden sıyrılmış ve tarihi pragmatizmin güvenli muhafazakar alanına geri dönmüştü. Uluslar, halklarının özgürleşmiş iradelerinde ifade bulması gereken zamansız mistik varlıklar olarak görülmemeliydi. Uluslar, yalnızca zaman içinde siyasi bağımsızlıklarını koruyabilme kapasitelerini gösterdikleri ölçüde var oldular. Buna göre İtalya bir ulus değildi. Avusturya Şansölyesi Prens Metternich'in 1847'de acımasızca ifade ettiği gibi, 'coğrafi bir ifade' idi.

(Christopher Duggan, The Force of Destiny: A History of Italy Since 1796, Penguin UK, 2008, s.111-112)

İmparator II.Franz İtalya'yı severdi ve kültürüne hayrandı - Toskana'da doğup büyümüştü - ancak onun en büyük kaygısı imparatorluğunun bir bütün olarak refahıydı. İtalyan eyaletleri onun için bir gelir ve asker kaynağı olarak önemliydi. Ancak bunlar her şeyden önce Avusturya'nın Fransa'ya karşı güvenliği için hayati önem taşıyordu çünkü yüzyıllardır Fransız-Habsburg rekabeti Lombardiya ovalarında yaşanıyordu. Metternich'in özlü bir şekilde belirttiği gibi, 'Ren Nehri'ni Po Nehri'nde savunuyoruz.' Viyana'nın Lombardiya-Venedik'i sıkı bir dizginde tutmaya ve özerklikçi duygulara boyun eğmemeye bu kadar kararlı olmasının nedeni buydu. Metternich de İtalya'yı çok seviyordu - ancak olduğu ve olmuş olduğu için, olabileceği için değil. 1817'de yarımadayı ziyaret ettiğinde, siyasi bir gözlemci değil, geniş gözlü bir turist kılığında geldi ve 'muazzam bir alçı vazonun gülünç ucuzluğuna' hayran kaldı ve Toskana köylülerinin göreceli inceliğine ve çekiciliğine hayran kaldı. İtalya'nın, rahatsız edilmemesi gereken dingin bir güzelliğe sahip olduğunu düşünüyordu ('Çağdaş siyasetin temeli, diyebilirim ki, uykudur ve öyle olmalıdır').

(Christopher Duggan, The Force of Destiny: A History of Italy Since 1796, Penguin UK, 2008, s.117)



Yorumlar

Popüler Yayınlar